Kayıp Kutsal Toprağın İnsanlığı
Öfke ve kinin yayılmasının bir zamanlar “Kutsal” olarak bildiğimiz toprakları tüketişini izlerken bu bin yıllık hastalığın kökünü ortaya koyan temel sorunun üzerine düşünmeye değer.
Yakın zaman önce Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 1. Maddesini yayımladım. Bu beyanname, insan bilinci ve onun doğal hukukla bağlantısı bağlamında önemlidir. On Emir’den farklı olarak bu metin, Tanrı’ya tapmaktan bahsetmese de bunu yapma hakkının kutsallığını vaz eder.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyaya gelen bir çocuk olarak, bu görülmemiş küresel felaketin etkilerinin sonraki süreçte insan aklını ve insanların politikalarının yapısını nasıl şekillendirdiğine tanıklık ettim. Bu savaş, aynı dünya üzerinde yaşadığımız ve hepimizin orada meydana gelen yansıma ve olayların sonuçlarına tabi olduğumuz konusunda farkındalığımızı artırmıştı. Söz konusu beyanname bizlere bunu ve insanların haklarını ve sorumluluklarını hatırlatmıştı.
Bir zamanlar Kutsal olan topraklardaki çatışmaya baktığımızda seküler önermeyi oluşturan aynı tezi duyacağız: Savaşlara neden olan şeyin “Din” olduğu. Peki gerçekten öyle mi? Tek bir çatışmada görülen en yüksek sayıdaki ölümün yaşandığı savaşta 75 milyon insanı Din mi öldürdü? Yoksa onları öldüren tam tersi bir şey miydi: Faşizm ve kişinin mukadder ve ırka dayalı üstünlüğü inancı?
Ben, insanlığın en büyük başarısızlıklarına gerçek imanın ve onun ortaya çıkarmayı amaçladığı güzel işlerin yokluğunun neden olduğuna inanıyorum. Bu da beni dikkat çekmek istediğim şu noktaya getiriyor: Eğer Din sizi daha iyi bir insan yapmıyorsa o halde başkalarından daha iyi ya da daha değerliymişsiniz gibi davranmanıza bir kisve yahut gerekçe olarak da kullanılamaz. Son Peygamber’e gönderilen bir ayette şöyle buyurulur: “Kuşkusuz Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır.” (Hucurât Suresi, 13)
Peygamber’den alıntı yaptığım için beni kınamadan ve o kadim barikatları geri getirip kurmadan önce size bir şey daha söyleyeyim. Benim de İslam ve Müslümanlar konusunda ciddi şüphelerim vardı. Hıristiyan bir ebeveyn tarafından yetiştirilmiş ve bende en fazla iz bırakan ve beni en fazla şekillendiren yıllarda bir Katolik okulundan eğitim almış biri olarak kesinlikle Müslümanlara bir hayranlığım yoktu.
Ancak sonraki yıllarda, daha aydınlık, barışçıl ve hakiki bir varlık arayışım esnasında bilgimi artırma şansım oldu. Keşfettiğim, ve belki de birçok Müslümanın unutmuş olduğu, şey İbrahimî Din’in (özünde İslam’ın getirdiği inanç bu olduğu için) Allah’ın bütün gerçek elçilerinin öğrettiği din olduğuydu. Hz. İsa’ya, salat ve selam onun üzerine olsun, en büyük emrin ne olduğu sorulduğunda şu cevabı vermişti: “Tanrı’nız olan Rabb’ı tüm kalbinizle, tüm ruhunuzla ve tüm aklınızla sevin. İlk ve en büyük emir budur. İkincisi de buna benzerdir: Komşunu kendin gibi sev. “Tüm Kanunlar ve Peygamberler bu iki emre dayanırlar.” (Matta, 22: 36-40)
E peki şimdi, dünyadaki o kadar savaş ve çatışmanın nedeni bu inanç mıdır? Hadi ama, lütfen!
Ve böylece İslam hakkında (insanların Başkalarının Kitapları’ndan onun ne olduğu hakkındaki düşüncelerinden değil) doğrudan Kuran’dan bilgi edindikçe ne zaman ona yeniden baksam her şey çok daha berrak görünüyordu. Tutarlılık gün gibi ortadaydı ve denebilir ki Gün ağarmıştı. Peygamber’den, salat ve selam onun üzerine olsun, yukarıda zikredilen alıntıya dönmek gerekirse Kuran’daki ayetin tümü şöyledir:
“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.” (Kuran-ı Kerim, 49: 13)
Bahsetmemiz gereken diğer konu İsrailoğulları’nın konumudur. Kuran onlardan tekrar tekrar bahseder ve Allah’ın onlara bahşettiği nimetleri hatırlatır.
“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun.” (Kuran-ı Kerim, 2: 40)
Ve kendimize, özel olarak, ama münhasıran değil, İsrailoğulları’na (Yakub’un – ki İsrail olarak da bilinir- on iki oğlundan olma On İki Kabile) bahşedilen bu “nimetin” ne olduğunu soralım. Onlara öncelikle, Mısır’daki Firavun’un zulmünden kaçıp özgür olma nimeti verilmiş ve bunu Allah’ın Sina Dağı’nda Hz. Musa’ya, salat ve selam onun üzerine olsun, Kanunları bildirmesi şeklindeki büyük nimet takip etmişti.
Bu kanunlar ilk okulda öğrendiğim On Emir’di. Hala genç gönlüme kazınmış olan bu emirler “iyi” olmanın ne olduğunu hatırlatıyor. Esasen, bu kanunlar bize daha adil ve insan olmamız için bilmemiz gerekenleri söylüyor. Zira bunlar yalnızca İsrailoğulları için bir nimet değil bir bütün olarak insanlık için denge ve hidayet rehberi olmak amacını taşıyordu. Bu İlahi nimetle beraber, bu bilgi doğrultusunda yaşama ve onu insanlığın kalanıyla paylaşma yönünde bir sorumluluk da gelmiştir. Komşuna iyi davranmak kuşkusuz tam olarak şu anlama gelir: Herkesi eşit derecede düşünmek.
Şimdi, terazinin bir kefesine bu yüce evrensel kanunları diğer kefesine de halihazırda tahribat meydana getirenleri koyunca, her ne kadar bir zamanlar Kutsal olarak bilinen topraklarda irsi bir hak iddia edilse de hemen fark edeceğiz ki Tanrı’nın O’nun Kutsal Şehri’ne yerleşmek için istediği haklılık, salt basılı bir pasaport iddia ve sahipliğinden çok daha fazlasıdır.
Bu emirleri okuduğumda, dinin insanı dönüştüren ve hayra sevk eden gerçek doğası anlaşıldığında üretebileceği son derece önemli birlik ve insanlığın kardeşliği mesajı aklıma geliyor. Kuran’da “İyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?” buyurulur (Rahman Suresi, 60). Son Peygamber, Veda Haccı esnasında şöyle demiştir:
“Ey insanlar! Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerinde üstünlüğü olmadığı gibi; beyaz tenlinin siyah üzerinde, siyah tenlinin de beyaz üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır.”
Kuran bana, Allah’ın bütün peygamber ve nebilerine saygı duymayı ve onlar arasında ayrım yapmamayı öğretti. Önceki vahiyleri içerip bunlardan bahseden ve tüm dinleri birbirine bağlayan Ruh’un Birliği’ni açıklayan yegane din olarak İslam’ı keşfettim. Her ne kadar “gelecek Peygamber’in” ön koşulları onlarda da elbette var olsa da aynı şey daha önceki kutsal metinler için söylenemez.1
Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.” (Bakara Suresi: 136)
Cat Stevens olarak 1977 yılında Mescid-i Aksa’nın kapısından girdiğimde benim anladığım İslam’ın kuşatıcı mesajı buydu. Bu ayrıca, benim cemaatle ifa ettiğim ilk ibadetti.
De ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur’an, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme. (Maide Suresi: 68)
Bu günlerde İsrailoğulları, Hz. Musa’ya Sina Dağı’nda Tevrat’ın veriliş günü olan Şavout bayramını idrak ediyorlar. Belki de Son Peygamber’in Musa ve İsrailoğulları’nın Allah tarafından Kızıl Deniz’de yol açılması suretiyle Firavun’dan kurtarıldığını anmak için Aşura gününde oruç tuttuğunu bilmek ilginizi çekebilir. Günümüzde birçok Müslüman – ben dahil- bu sünneti devam ettiriyorlar.
Evet hala Barış Treni’ne inanıyorum.
Yusuf (istenmeyen kardeş)
17 Mayıs 2021
*Görsel: Musa Peygamber’in, salat ve selam onun üzerine olsun, 10 Emri’ aldığı Mısır’daki Sina Dağı.
1Sahibi gelene kadar Krallık asası Yahuda’nın elinden çıkmayacak, Yönetim hep onun soyunda kalacak, Uluslar onun sözünü dinleyecek. (Yaratılış, 49:10)
Tanrınız Rab size aranızdan, kendi kardeşlerinizden benim gibi bir peygamber çıkaracak. Onu dinleyin. Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. (Tesniye, 18: 15-22)
Ben de Baba’dan dileyeceğim. O sonsuza dek sizinle birlikte olsun diye size başka bir Yardımcı, Gerçeğin Ruhu’nu verecek. Dünya O’nu kabul edemez. Çünkü O’nu ne görür ne de tanır. Siz O’nu tanıyorsunuz. Çünkü O aranızda yaşıyor ve içinizde olacaktır. Ama Baba’nın benim adımla göndereceği Yardımcı, Kutsal Ruh, size her şeyi öğretecek, bütün söylediklerimi size hatırlatacak. (Yuhanna, 14: 16, 17, 26)