Herkesin Yolculuğu
Bu dünyaya gelen herkes, kendi güvenliği ve huzuru için onu anlamlandırmalıdır. Evren çok büyük bir yer ve orada kaybolmak işten bile değil. Ben de herkes gibiydim!
Evren milyarlarca galaksiden oluşur ve her bir galakside sınırsız sayıda yıldız bulunur. Başlı başına bu bile bir tefekkür konusudur. Fakat, muazzam şekilde genişleyen bu gökyüzünün yanında, güneşin ve ayın hareketleriyle ahenk içindeki yeryüzünün parlaklığını ve oradaki envaiçeşit varlıkları, renkleri ve ekolojik desenleri görürüz.
Üstümüzdeki ve altımızdaki şeylerin – denizlerin, dağların ve yüce göklerin ihtişamının – boyutuna daha derinden baktıkça kendi varoluşumuzu sorgulamak zorunda kalırız. Hepimiz akla ve sorgulama yeteneğine sahip olduğumuz içindir ki herkesin bütün bunların ne anlama geldiğini sormak için yeterli nedeni vardır.
Son yıllarda fizikçiler, bilimsel doğruluk arayışları esnasında, doğada gizli bir düzen keşfettiler; bazıları buna Kozmik Düzen adını verdi. Bu düzene dayanarak, bilim insanları büyük ve birleştirici bir Her Şeyin Teorisi’ni ortaya çıkarmayı amaçlamaktadırlar. Eğer olur da bu düzenin şifresi çözülürse bazıları bütün bilim dallarının birbirine bağlanabileceğini öngörmektedir. Bu muazzam olasılık ışığında, meşhur fizikçiler şu değerlendirmelerde bulunmuşlardır:
Eğer gerçekten bütüncül bir teori keşfedersek bu, zaman içerisinde yalnızca birkaç bilim insanının değil geniş anlamda herkesin anlayabileceği bir şey olmalıdır. Sonra da filozoflar, bilim insanları ve sıradan insanlar olarak hepimiz evrenin ve bizim neden var olduğumuza ilişkin tartışmalara girişmeliyiz. Eğer bu soruya bir cevap bulursak, işte bu insan aklının nihai zaferi olacaktır çünkü bu durumda Tanrı’nın aklını gerçekten bilebileceğiz.” [1]
Birçok bilim insanı doğanın kanunlarına ve “yaşam” dediğimiz şeyi vücuda getirmek ve oluşturmak için sonsuz miktardaki molekül ve özgün elementi birbirine bağlayarak bir araya gelmiş olması gereken havsalamızın anlamayacağı kadar fazla sayıdaki tesadüflere dayanarak her şeyin tek bir yola çıktığı sonucuna varmışlardır. Bilim insanlarının vardığı sonuç şunu kanıtlamaktadır: belirli sabiteler olmaksızın bu hudutsuz evrenin varoluşu imkansızdır! İşte tam da bu sabitelerin ya da evrensel kuralların elzem varlığı sayesinde evrendeki her şey dengelenir ve bir arada kalır.
Bunu basit şekilde özetlemek gerekirse, evrensel sabitelerle desteklenmiş cihanşümul bir tekil tasarım olmaksızın bırakınız oturup hakkında konuşacak bir şeyin var olmasını, görecek bir şey ve herhangi bir şeyi görecek kimse var olmazdı.
Bu asli kaynağın merkezi konumu bütün evren boyunca bu güçlerin işleyişindeki yeknesaklığa bakarak gözlemlenmiştir; evrendeki her şeyin ortak kökeni ve bütün türler arasında yaşamın tasarısı. Bunu genel kabul görmüş Büyük Patlama teorisiyle, zaman ötesinde evrenin var olmaya başladığı o gizemli an, birlikte düşündüğünüzde işte artık tekillikten ya tevhitten bahsediyoruz demektir. Şimdi bu bilginin ne anlama geldiğini analiz etmek gerekiyor.
İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? [2]
Bu gerçekler, iman sahiplerini, bilimsel ifadesiyle, Bilinçli Tasarım’ı kabul etmeye yönlendirir: diğer bir ifadeyle Allah’ı.
Bazı rasyonel akıllar İlahi Tasarım’ın sonuçlarını inkar etmeyi tercih etseler de yaşamın teklik (birlik) noktasından başladığına ilişkin kanıt reddedilemezdir. Ne var ki bu kişiler arasında yaşam pazılına dair alternatif bir cevap konusunda hiçbir zaman görüş birliği de olmamıştır. Dolayısıyla, neye inanacağı kişinin vicdanına kalmıştır.
Muhtemelen bizatihi vicdan insan olmanın en önemli alametifarikasıdır. Biz bu özelliğe çoğunlukla “ahlak” ya da “maneviyat” deriz. İşte bizi eşsiz yapan ama aynı zamanda sorumlu hale getiren insanlığın hayret verici bu manevi doğasıdır. İnsanları hayvanlardan ayıran şey nefis muhasebesidir.
Bir kişinin vicdanı ona nereye bakmasını söylerse söylesin kendisine hidayet verilen hakikat arayıcısı er ya da geç kendisini Allah’a götüren gizemli bir kapı bulacaktır. En büyük bilim insanları bile nihai hedeflerinin “Tanrı’nın Aklını” bilmek olduğunu defalarca teyit etmişlerdir. Bu insanların evrenin gizemlerini çözme doğrultusundaki yolculuğu genellikle ortak bir arzuyla canlanır; görünmeyenin arkasında ne olduğunu ve bunun işleyişini neyin sağladığını bilmek. Meşhur bilim adamı ve atom çağının babasının “Ben Tanrı’nın düşüncelerini bilmek istiyorum, geri kalan detaydan ibarettir” dediği rivayet edilmiştir. [3]
Kişi eğer görünmeyenin bilgisinin kapısına ulaşırsa varoluşun nihai amacını keşfeder ve O’nu bilerek ve O’nun gönderdiği vahye itaat ederek ibadet ihtiyacını karşılar. İşte, sade ifadesiyle İslam’ın anlamı budur: Evrenin Yegane Yaratanına ve onu Ayakta Tutana (Allah’a) teslim olmak.
KAYNAKLAR
1 (Stephen W. Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, 1988)
2 Kuran-ı Kerim, Enbiya Suresi, 21:30
3 Albert Einstein